İtalya’nın tasarım konusundaki uzmanlığı, dünyaca ünlü tasarımcılara ve tasarım stüdyolarına ev sahipliği yaptığı hepimizin malumu. Yalnızca bir ülke olarak ele alındığında dahi, her yandaki güzel binaları ve sanatın farklı dallarındaki köklü geçmişiyle sıradan bir tasarımcının dünyasını bile ilham perileriyle doldurabilecek bir memleketten bahsediyorum.
İtalyan tasarımını bu denli meşhur eden sadece ürettikleri ikonik otomobiller değil. Prada, Armani yahut Versace’nin “haute couture” kıyafetleri; mobilya mı sanat eseri mi belli olmayan B&B Italia, Kartell gibi firmaların mobilyaları; Azimut motoryatlar… İtalyan tasarımlarını muhteşem oranları, canlı çizgileri ve kullanılan süper seksi malzemelerle diğerlerinden ayırmak mümkün. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İtalya’nın seri üretim yapamayan fakat süper lüks ve kişiye özel ürünler üreten küçük aile şirketleriyle dolması, usta el işçiliğinin köklerini teşkil etmekte.
Ferrari, Lamborghini, Alfa Romeo, Maserati ve diğerleri… Bu otomobilleri efsaneleştiren sadece tasarımları değil, aynı zamanda derin motor sporları geçmişleri… Yarışan araç başarılı olsun ya da olmasın, o nefis tasarımlı hırçın yarış otomobilinin varlığı dahi, üretici firmanın otomobil delileri için daha özel olması demektir. Ferrari 250 GTO, Alfa Romeo Tipo, Maserati MC12, Lamborghini Diablo, Alfa Romeo 155, Maserati 6CM ve Ferrari 360 Challenge, Lamborghini Super Trofeo, Maserati GranTurismo MC Trofeo gibi tek marka kupalarının yarışçıları hepimizi baştan çıkardı mı? Çıkardı.
Dönelim İtalya’nın kuzeyindeki Torino şehrine. İtalya’nın otomobil başkenti ya da İtalya’nın Detroit’i olarak anılan şehir Pininfarina, Italdesign, Bertone gibi stüdyoları barındırmasıyla İtalyan otomobil tasarımının da merkezi durumunda. 1950’li yıllarda zenginlere ve ünlülere el yapımı ve sadece bir tane üretilen otomobiller satan bu firmalar, takvimler 60’ları gösterip de otomobil firmaları şimdiki adıyla monoblok şasiler kullanmaya başlayınca sıkıntı yaşadılar zira etrafta satın alacak klasik şasiler yoktu ve bu firmalar şasi üretiminden anlamıyorlardı. Bazıları battı, bazıları sektör değiştirdi. Kalanlarsa tasarım işine yöneldiler ve kurdukları küçük stüdyolardan çıkan ürünleri, dev otomobil firmalarına satmaya başladılar.
Büyük otomobil firmaları, özellikle Avrupa dışından olanlar, İtalyan tasarımını Avrupa pazarında başarılı olmanın bir yolu olarak görüyorlardı çünkü düşündükleri şey İtalyan’ların Avrupa pazarını çok iyi bildikleri ve kaportasında ünlü bir tasarımcının yahut tasarım stüdyosunun logosu bulunan bir aracın daha çok satacağı idi. Beynimin içinde fikir alışverişi yapan iki Peugeot yöneticisi bence bu duruma en güzel örnek olacaktır;
A: Dünyanın en iyi spor otomobillerini kim üretir?
B: Ferrari.
A: Peki Ferrari’leri kim tasarlar?
B: Pininfarina.
A: E madem Ferrari’den bizim için otomobil üretmesini isteyemeyiz, bari tasarımını Ferrari’leri tasarlayanlara yaptıralım ve Ferrari’nin yaptığı gibi araçların sağına solunda Pininfarina logosu koyalım!
1950’li yılların hemen başlarında geçmiş olması muhtemel bu konuşmanın ardından 1951 yılında Peugeot-Pininfarina ortaklığı başladı ve Pininfarina, Peugeot için pek çok araç tasarladı. (404 Cabriolet, 104, 204, 205, 306 Cabriolet, 406 Coupe, 1007)
İtalyan otomobil tasarımını özel kılan şeyin ne olduğunu anlamak için sanırım biraz da dizayn konusunun derinliklerine inmeliyiz. Bu adamlar aracın çizgisel uyumuna hayati önem veriyolar. Sonrasında aracın farklı yüzeylerinin, günün farklı zamanlarında vuran farklı ışıklar altında nasıl göründüğünü derinlemesine inceliyorlar ve son iyileştirmelerin ardından karar anına geldiklerinde diğer tasarımcılara göre büyük bir özgüven sergileyip, absürt bir tasarımla karşılaştıkları vakit paniklemiyorlar. Örnek mi? Fiat Coupe varken örneğe ne gerek var?
Ferrari’nin özel olarak irdelenmediği bir makale, İtalyan otomobil tasarımı konusunda eksik kalır diye düşünüyorum. Tek başına İtalya’nın simgelerinden biri olan marka, tasarımlarını son 45 yıldır Pininfarina’ya yaptırıyor. Pininfarina ise Ferrari’nin hız, yol tutuş, güzellik gibi kavramlarını esrarengiz biçimde çok iyi biliyor ve jantından difüzörüne kadar her Ferrari’yi ince ince işleyerek tasarlıyor.
Pininfarina tasarım anlayışını iki kelimeyle özetleseydi, bence o iki kelime şunlar olurdu: Oranların harmonisi… Maserati Quattroporte’yi ele alalım. Tutkulu ve elegant bir sedan nasıl olur da arka koltukları boşken tipik bir GT otomobiline dönüşebilir? Pininfarina tasarlarsa olur!
Ferrari’ye değinip Lambo’yu atlamak, boğaya büyük saygısızlık olur. VW grubunun yönetimine geçtikten sonra büyük gelişim kaydeden firma, tasarımlarını kendi mutfağında hazırlıyor. Mayıs 2010’da Giorgetto Giugiaro’nun 1968 yılında kurduğu Italdesign stüdyosunun %90’dan fazla hissesini satın alan Lamborghini, kendi tasarım stüdyosuna sahip oldu.
Yazının buraya kadar okuyan ve otomobiller hakkında derin bilgisi olmayan biri, İtalyan otomobil tasarımını spor otomobillerden ibaret sanıp büyük bir yanılgıya düşerdi. Oysa durum öyle değil! Giugiaro’nun tasarladığı Mk1 Golf bir döneme damgasını vurdu ve sınıfının “trendsetter”ı oldu. Fiat Uno, Alfa Brera, Daewoo Matiz, Peugeot 205, Lancia Delta, Mitsubishi Pajero Pinin, De-Lorean DMC-12, Skoda Favorit… Hangi segmentin otomobili olduğu farketmeksizin, İtalyan’lar marka değerlerini, müşteri kitlesini ve araçtan beklentileri kimsenin yapamadığı biçimde yapıp ortaya yaşayan klasikler çıkarıyorlar ve 60’lı yıllarda olduğu gibi hala küçük gruplar halinde çalışmayı tercih ediyorlar. Pininfarina’nın en iyi tasarımları, küçük iş gruplarından çıkmadır. Sanırım özel otomobiller tasarlamak için, öncelikle kendilerini özel hissetmek istiyorlar.
İşlerinde tutkuyu her daim en önde tutup bizlere başta Ferrari F355 olmak üzere, Lancia Delta, Alfa Romeo 75, Peugeot 205, Lamborghini Miura ve paragrafı yazının buraya kadarki kısmı kadar uzatmak istemediğimden isimlerini yazamadığım bütün muhteşem otomobiller için sizlere teşekkür ederim sevgili İtalyan tasarımcılar.