Two Suns in the Sunset dinliyordum yukarıdaki fotoğraf çekildiğinde.
Gün batımında iki güneşi birden izlerken, tıpkı şarkıda söylendiği gibi, yaşadığımız iyi anları düşünüyordum.
En son bir test otomobilini teslim edeceğim için ne zaman üzüldüğümü hatırlamaya çalıştım.
116d mi? Sanırım…
Sonra şarkının erimekten bahseden son kısmı başladı. Sahiden eriyordum…
İstanbul, 2014’ün en sıcak gününü geride bırakırken kendime bir gölge bulup RS’i izlemeye devam ettim.
Laurens van den Acker’in elinden çıkan bu otomobilin ‘normal’ bir versiyonunu daha evvel test etmiştim. Şöyle bir bakıyorum da, standart Clio’lar ile RS Clio arasında, dışarıdan bakınca, çok da ciddi farklar bulamıyorum. 17 inçlik jantlar, çift egzoz çıkışlı arka tampon ve arka camın üzerindeki spoyler de olmasa, bu şeyin bir RS olduğunu anlamam için ona epey yaklaşmam gerekecekti.
Peki bu star ışığı nereden geliyor?
Normal Clio’larda hiç hissetmediğim bu çekicilik, RS logosunun bilinçaltıma oynadığı bir oyun mu?
Hayır, öyle olsa, onca insanın bakışı etrafta bol miktarda bulunan bir otomobile sırf daha hızı gidiyor diye çevrilmezdi.
Bu şeyi iki gündür kullanıyorum ve artık eminim. Hissettiğim star ışığının, Eva Herzigova çekiciliğinin tek bir nedeni var: Liquid Yellow
Renk, bir otomobilin yarattığı algıyı bu kadar değiştirebilir mi?
Keşke bütün sarışın kadınların saç rengi Liquid Yellow olsa…
***
Fotoğrafçım seslendiğinde kendime geldim. Su kaybından ve yorgunluktan olsa gerek, şarkının bittiğini dahi fark etmeden, birkaç dakika boyunca dalıp yukarıda yazdığım şeyleri düşündüm. RS’le vedalaşmamıza henüz 24 saatten fazla varken, içimdeki kaygıya engel olamıyordum.
Sonra otomobili eve bırakıp, geceyi Taksim’de geçirmeye karar verdim ve 16 Ağustos Cumartesi gününü böylece kapattım.
Hikayeyi iki gün geriye sarma vakti…
Onu ilk gördüğümde, abartısız, ağzım ayrıldı.
Hani görür görmez baş döndüren malum platonik vardır ya, işte aynı onun gibi…
Hayır bakıyorsun, bildiğin Clio.
Peki nereden geliyor bu çekicilik?
Sorunun cevabını, yukarıda da yazdığım gibi, iki gün sonra bulabildim.
Liquid Yellow can yakıcı bir renk ki RS’in aurasını müthiş değiştiriyor.
Sonra içeri geçtim.
Koltuklar dizel Megane ile RS Megane evliliğinden doğmuş gibi. Şekil olarak çok cafcaflı olduklarını söyleyemem fakat bedeninizi virajlarda yeterince iyi kavrıyor ve direksiyona tutunma gereği bırakmıyor.
Kırmızı kemerler o kadar güzel ki, 40 yıllık minibüs şoförüne bile kemer bağlatır. Yeterince yaklaşırsanız kemerlerin I’m Too Sexy diye mırıldandıklarını duyabilirsiniz.
Vites kolunda, direksiyonda, havalandırmalarda ve kapı içlerinde kırmızı detaylar mevcut. Pedallar (iki adet) alüminyum. Spor otomobil klişelerinden söz ediyoruz…
Direksiyonun gerisinde iki tane kulakçık ve orta konsolda, üzerinde R.S. DRIVE yazan bir tuş bulunuyor. Bunların ne işe yaradığından az sonra bahsedeceğim.
Sıkıcı kısmın bitmesine az kaldı, biraz daha sabır.
İç mekandaki malzeme ve işçilik kalitesi Alman rakipler kadar ışıltılı olmasa da, yolda giderken ‘Acaba o çukura girersem sunroof içeri düşer mi?’ türünden kaygılara kapılmıyorsunuz. Malzeme kalitesi demişken, takıntılı olduğum bir detayı paylaşayım: Sinyal kolunun kalite hissiyatı çok güzel, keşke aynı kaliteyi cam kumandalarının etrafındaki plastikte de bulabilseydim.
RS artık dört kapılı olduğu için hem kabiniyle, hem bagajıyla dört kişinin kullanabileceği bir otomobil. Hacim problemi yaşamadık.
İç mekana dair son notum, sürüş sırasında kabindeki yol ve rüzgar gürültüsünün kabul edilebilir seviyelerde olması. Yok diyemem fakat can sıkacak kadar göze batmıyor.
Geçmiş olsun, sıkıcı detaylar geride kaldı.
RS’i RS yapan şeylere az sonra geçeceğim fakat birçoğunuzun cevap beklediği önemli bir mesele var;
Yazının başından beri dört kapılı, otomatik şanzımanlı ve turbo motorlu bir Clio RS’ten dünyanın en normal şeyiymiş gibi bahsedip durduğumun farkındayım ki otomobili kullanana kadar inanılmaz önyargılı olduğumu da itiraf edeyim.
Çok az otomobil kendi sınıfında Clio RS kadar uzun süreli bir liderlik sürdürmüştür. Ve, RS’e dair sevdiğimiz her şeyin (atmosferik motor, manuel şanzıman, tek kapı) bir anda tepetaklak olmasından sonra sanırım önyargılı davrandığımız için kimse bize kızmayacaktır.
Dostlarım, Renault Sport’un ateşli hatchback uzmanlığını tartışacak değiliz. Ne var ki, firmanın bu sınıfta hitap ettiği kesim, bu zamana kadar sizin bizim gibi hardcore fanlardan öteye geçemiyordu. Hastası olduğumuz RS modellerini bir hatırlarsanız bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Renault, hothatch sınıfında daha geniş bir kitleye, dolayısıyla daha fazla insana hitap etmek istiyor. İşte Clio RS’teki değişimlerin esas sebebi budur. ‘Peki biz nolucaz?’ diye hayıflandığınızı duyar gibiyim.
Clio RS bulamıyorsanız, Megane RS yiyin canım!
Zaten fiyatları çok yakın…
Clio’nun sürüş notlarını çıkarmak için Kocaeli Rallisi’nde asfalt etap olarak kullanılan dağ yollarında uzun uzun vakit geçirdim. İşte RS’in direksiyon başından notları;
Dağ yollarına ulaşana kadar, trafikte geçirdiğim saatler boyunca, otomobili normal modda kullandım. Bu modda RS’in sportiflikten oldukça uzak, günlük kullanıma ise oldukça yakın olduğunu belirteyim. Süspansiyonlar yumuşak, içerisi huzurlu, gaz ve şanzıman tepkileri ise pamuk helva gibi…
Vites kolunun gerisinde bulundan R.S. DRIVE isimli tuşa bastığınızda otomobil spor moda geçiyor ve sizin de tahmin edebileceğiniz gibi vahşilik katsayısı biraz daha artıyor. RS’in bu moddaki sportifliğinin sınıfındaki diğer birçok otomobile (Polo GTI, 208 GTI, Fabia RS) eşdeğer olduğunu söylememde yarar var. Peki bunu neden söyledim?
Çünkü RS’in bir de yarış modu var ki film tam burada kopuyor.
Yarış moduna geçene kadar saçlarım ağardığı için, olayı adım adım anlatmakta yarar görüyorum. RS’te ESP’yi kapatabileceğiniz bir tuş yok. Stabilite ve çekiş kontrol sistemleri yarış moduna geçtiğiniz anda otomatik olarak devre dışı kalıyor. Peki nasıl geçilir bu yarış moduna?
Evvela spor modu seçiyoruz. Spor mod pembeleşene kadar ısındıktan sonra, vites değişim yönleri sıralı şanzımanlardaki gibi (ileri -, geri +) olan vites kolunu kendimize doğru çekerek manuel konumuna alıyoruz. Sonrasında R.S. DRIVE düğmesine, ekranda yarış modu uyarısını görene kadar basılı tuttuğumuzda, yemeğimiz hazır oluyor. Afiyet olsun!
Bu noktadan sonra vitesler siz istemedikçe değişmeyecek, kesici sesleri ormanlarda yankılanacak, süspansiyonlar taş kesilecek, 205 45 R17 ölçüsündeki Dunlop Sport Maxx lastikler asfaltı dişleyecek, öndeki elektronik kontrollü diferansiyel ise kilitli diferansiyel taklidi yaparak dar virajların çıkışında otomobilin kafasını bir nebze olsun içeri çekecek. İşte aynen böyle;
Videoda duyduğunuz motor sesiyle ilgili bir detayı paylaşıp devam edeceğim: RS’in multimedya sisteminden otomobilin kabinine birçok farklı aracın sesini basabiliyorsunuz. Benim favori sesim Clio V6 idi ki sistemin sizi kandırdığını bile bile kahkahalarınıza mani olamıyorsunuz. R-Sound Effect RS isimli bu sistemden keyif aldığımı itiraf etmek için otopark ekibindeki sevgili arkadaşım Sinan’ı aradığımda, o da bana ZF şanzımanlardan keyif aldığını itiraf etti. Sonrasındaki ortak yorumumuz ise tüm otomotiv endüstrisine giden türden bi’şeydi: Bizi bile bozuyor i***ler…
Bahse değer bir başka konu Launch Control. Bu sistemi kelimelerle uzun uzun anlatmak yerine bir Instagram videosu çekmeyi uygun gördüm, klibi buradan izleyebilirsiniz.
RS’in direksiyonunun eski RS’lerde olduğu gibi hisle dolup taştığını söyleyemem fakat oldukça direkt ve keskin çalıştığı için otomobili yolun istediğiniz yerine oturtmakta zorlanmıyor, durumu idare ediyorsunuz. Direksiyonun gerisindeki kulakçıkların malzeme kalitesi üst sınıflarla yarışıyor ve özellikle yarış modundaki vites değişim hızı hiç fena değil. Benim kulakçıklarla ilgili tek temennim daha mekanik, hani böyle çatır çutur sesler çıkararak çalışmaları… Erik gibi çalışan kulakçık isteriz.
Minik ama çok manidar bir detay: Elinizi el frenine attığınızda, hangi ayın kaç çektiğini saydığımız bölüm yolcu koltuğuna değiyor ve el frenini cart diye çekince duvara yumruk attığınızda acıyan çıkıntılar döşemelere sürtünerek acıyor. El freniyle ne işimiz olur değil mi!?!
Özellikle yarış modunda, ara devirlerdeki yarım gaz vites değişimlerinde çıkan patırtılar bağımlılık yapacak türden. Ayrıca üst devirlerdeki ‘huşşşşşş’ sesine de ayrı bir hasta oldum. Bu arada otomobil turbo motorlu olmasına karşın, gaza bir anda çökmezseniz, sizi 6000 d/d’ye kadar lineer biçimde hızlandırabiliyor.
Yön değiştirmekte en ufak bir gevşeklik göstermeyen RS’le ilgili bir başka isteğim mekanik bir kilitli diferansiyel. Tamam, elektronik kontrollü olan sistem frenleri kullanarak otomobilin burnunu bir yere kadar kontrol edebiliyor fakat bu sırada mekanik kilit taklidi yaptığını çok hissettiriyor. Bu şey, videoda da coşkuyla bağırdığım gibi, mekanik kilitle tadına doyulmaz olurdu.
Yine uzatmayacağım deyip uzatan imamlara bağladım. Toparlayayım cemaat;
Elektronik sistemlerini sürüş keyfimi törpülemek için değil, beni eğlendirmek amacıyla kullandığı için,
Şehir sürüşlerinde çok rahat olduğu için,
Zorlanmadan 8-10 lt ortalama tüketim değerleri yakalayabildiği için,
Eski RS’lerle taban tabana farklı olmasına karşın yeni tarzıyla sonuna kadar iddialı olduğu için bu şeye bayıldım.
Peki nesini beğenmedim?
120.000 TL’yi aşan fiyatını beğenmedim, keşke ÖTV çelmesi yemeseydi sarışın bomba,
Bunun haricinde direkt olarak beğenmediğim bir huyu yok RS’in. Mekanik kilitli diferansiyel ve biraz daha sıkı dokunuşlarla elektronik otomobil çağının cep GT-R’ı olacağına adım gibi eminim.
10 üzerinden 8
***
Yaptığım diğer testlere buradan ulaşabilir ya da aşağıdaki galerinin tadını çıkarabilirsiniz;
türkiye fiyatını görünce aniden soğuduğum otomobillerden biriydi (hayır, fransızlardan nefret etmiyorum!!1). ama ismail terzi böyle anlatınca, derin bir iç çektim ve ardından ‘sarışın suçsuz, bırakın gitsin!’ dedim, kendime.
arayı açmayın ismail terzi. sinan koç’a selam.
Fiyatlar böyle oldukça sanırım kendi arabamızı yapmak zorunda kalıcaz. Türkiye otomobil üretme hayaline kavuşacak.
fiyatların bu durumda olması ne üreticinin, ne de distribütörün suçu. absürtlük, bütünüyle yanlış olan bir vergilendirme sisteminin sonucu. yani bırakın türkiye’yi, babanız dahi üretici olsa, daha düşük fiyat beklentiniz ancak hayal kırıklığı ile sonuçlanır.
nissan juke nismoda kulllanılan motor değilmi bu? 1618 cc 200 hp 240 tork ?
Doğrudur
Arkadaşlar, bazı şeyleri abartmayalım, gerçekçi olalım. Herkes arabanın yüksek fiyatının suçunu vergi sistemine atmış. Arabanın fiyatı 120.000 TL desek, eğer 18 cc’lik fark olmasa ve 1600 altı gibi vergi görse, arabanın satış fiyatı 91200 TL olacaktı. Aynı vergi sistemine tabi olan Ibiza Cupra 59500 TL’ye satılıyor. Şimdi sorarım size: Araba iyi, araba hoş, araba güzel, Cupra’dan daha pahalı olmayı da hak ediyor belki, ama gerçekten arada 32000 TL’ye değecek bir fark var mı?
32.000 farka cupra’ya tavan dahil alcantara-deri döşeme, motor modifikasyon, ethanol,methanol,nitro,yarış freni,paraşüt ve roll bar ekleyip üstüne kalan parayla da Türkiye turu yapılabilir.