Beden eğitimi dersinden daracık eşofmanlarıyla çıkan kuzu kuşbaşı çok seksi görünüyordu. Üzerindeki pul biber tanelerini cesurca sergilemekte en ufak bir kararsızlık göstermiyor ve yumuşacık bedeninde yanan ateşi dışa vuruyordu…
İçinde Antep kebabı geçen ve devamını duymak istemeyeceğiniz bu ucuz erotik hikayeden bile feci halde tahrik olan arkadaşlarımla birlikte Gaziantep’te çılgın bir hafta sonu geçirmiş; lahmacunlarla, kebaplarla ve kavurmalarla yaşanan uzun sevişmelerin ve mide fesatlarının ardından dönüş için yeniden yollara düşmüştük.
Ekibin otomobil s.keni olarak, her zamanki gibi, direksiyonu kimselere kaptırmamıştım ve aux girişine bağlı olan aypedimden çaldığım Pink Floyd klasikleriyle üç aşağı beş yukarı üç yüz kilometre yol yapmıştım.
İçi yavaş yavaş uzun yol ve at kokmaya başlayan dizel Fiesta, Pozantı’ya bağlanan virajlar boyunca süzülüyordu. Arkadaki vatandaşlar “Öne bakmaktan sıkıldım, biraz da arkaya bakmasak mı?” gibi pis bir geyiği ciddi ciddi tartışırken, yanımdaki ihtiyar feysbukumdaki güzel kızların profillerinde geziniyordu. Bense sürüşümün tadını çıkarıyordum.
“Küt” sesini duyana kadar…
İhtiyarla bakıştığımızda arka camdan dışarı bakan arkadakiler tam olarak şu muhabbetle meşgullerdi;
Trevor: Boşalma rampasının adı ne zamandır kaçış rampası olmuş la?
Michael: Boşalma rampası mı?
Trevor: Boşa alma rampası öküz!
Direksiyon sertleşti ve şarj uyarı ışığı kadranı şenlendirdi. Dakar’da takla atıp yarış dışı kalana dek direksiyonla boğuşan El Matador’u andım ve usulca sağa çektim.
İhtiyar tecrübeli adamdır. Alternatör kayışı dedi, kayışı koparmış… Kayışı koparmış demesiyle birlikte Trevor ve Michael bir kahkaha patlattılar. İhtiyar kaputu açtı, elini aşağı daldırdı ve tel tel olmuş kayışı saçlarından tutup arkadakilere fırlattı.
Birkaç dakika sonra sessizliği bozan Trevor oldu: Yoldan geçen Fiesta’lardan birini durdurup kayışlarını çalsak?
Michael atıldı: Kayışı almışken döve döve tecavüz de edelim!
İhtiyar, devirdaim pompasının trigere bağlı olmasını ve akünün farları üç saat boyunca yakmasını umarak direksiyona geçti ve kaslı kollarıyla direksiyonu okşamaya başladı.
Ben mi? Son yirmi dakikadır sağ koltukta bu kelimeleri yazıyorum. Hararet yok, hidrolik yok, müzik yok, gırla pis muhabbet var:
Trevor: Müjde 57 veya Öğretmen 83 olsa kayış yapardık hıağağa…
Michael: Aydınlatmalı yollarda farları kapat ihtiyar! Ya da karanlık yollarda kapatıp ters yönden ilerle!
İhtiyar sessiz… Arada bir bacağımı okşuyor o kadar.
Şu an Ereğli’de moladayız. İsim verip rencide etmek istemiyorum ama “Sen gelmez oldun” çalan dinlenme tesisi mi olur allasen? Hoş, “Kara tren gecikir, belki hiç gelmez…” tınılarının yankılandığı garlar var bu memlekette…
***
Trevor: Biz Fiesta’yla dört sap gezeriz, elin dik kol jantlı, basık Şahin’ine binen apaçisi iki kızla gezer hıağağa…
Michael: Bir ağaçtan bin kibrit çıkar, bir kibrit bin ağaç yakar hacım.
Otoparktan henüz çıktık, şov is goin on…
***
İhtiyar, kız arkadaşını da bozmuş. Kız, bunun attığı tiviti görünce mesaj yollamış: Canım direksiyon ağırlaşır, klimayı bilmem neyi açma, trigerde sıkıntı yok demi? O kadar söyledim benim Ranger’la git diye!
Adam mesajı okur okumaz herkes soğuk kaplamadan sıcak asfalta çıkmış gibi bir anda susuverdi… Hep diyorum abicim, otomobilden anlayan hatun çekiciliği diye bişi var!
***
Millet hararetli bi şekilde hararet tehlikesini tartışırken ortaya atılan Trevor’ın, “Çay harareti alır, bence arabayı çayla yıkayalım!” önerisinden sonra ihtiyar daha fazla dayanamadı ve Antep’in Bakırcılar Çarşısı’ndan aldığı Gramofon’un huni kılıklı ses şeysiyle Trevor’a daldı. Bu arada direksiyon Michael’a emanet. Bense aynı yerde, az önceki kargaşadan faydalanıp içimdeki kötülükleri usulca bıraktım ama yemediler. Bir gramofon darbesi de bana düştü.
***
Akü ruhunu teslim etti. Opet’in birinde, bize akü yetiştirecek olan Franklin’i bekliyoruz. Bu arada akünün son anlarında araba resmen çipetpet diyerek durdu. Fakat oldukça lezzetsiz bir çipetpetti…
Bizimkiler “Boşa demiyoruz araba s.ken iss diye…” konulu klasik geyikten sonra, şu an “Kaputu açtınız bari aküyü sökmeyeydiniz…” mevzuundalar.
Geyikler bittikten sonra, Trevor üç adım ötesinde fullmarket olduğu halde, acıktım bahanesiyle bagajdaki baklavalara dalmaya yeltendi ama karşısında yine eli gramofonlu ihtiyarı buldu. O şeyin işe yaradığını görmek güzel tabi.
***
Franklin gelmeden M3 görünümlü 328i’sinin sesi geldi.
Arabasından inen Frank dev bir trip savurdu: Siz çağırmayın beni Antep’e!
Michael yanıtladı: E çağırdık, geldin işte!
Sessizlik epey uzun sürdü…
Fiesta’ya yaklaşan Franklin “308′den inip buna binersin sen ha!” dedi ve ekledi: “Adam sandık eşşeği, alnımıza değdi kayışı!”
“Başka marka yok muydu?” diye sordu ihtiyar, akü için.
“İnci s.ker!” dedi Franklin, sustuk.
Nihayet akü yenilendi de tekrar yollardayız.
***
Senede üç beş defa da uğrasam, lisedeki odamın aradan geçen yıllara rağmen hep ‘benim odam’ olarak kalmasına bayılıyorum. F355 posterim hala orada, model otomobillerim de öyle… Bu kokuyu seviyorum 🙂
Kayış olayına gelirsek, takla attığı arabadan kahkahalarla inen biri olarak gayet keyifli bir yolculuk yaptığımı söyleyebilirim. Sıradan bir yolculuğun, kopan bir kayışla cici bir hatıraya dönüşmesi…
Şimdi yatmam gerek, ama önce şu fıstıkları yemeliyim.
Mutlu bayramlar!
***
Harikasın İsmail. Keyifle okudum.
Çok güzel bir anı yazısı teşekkür ederiz ismail 😉
elıne saglık 🙂
Cok iyi olmus. Nedense bana Franz Kafka yi animsatti.
abi sen ne güzel adammışın.
blogu bugün keşfettim gerek makinelere bakışın gerek üslubun on numara.
Güzel yazı iğrenç geyikler tam senin tarzın 🙂
SAYIN İSMAİL terzi 2 sorum olacak
1) ilk rall, araban neydi?
2)ralli icin otomatik manuel fark eder mi ?