Cüzdanındaki ehliyete hemen her gün bakıyor, keyfi yerine gelince kartı tekrar yerine koyuyordu.
On sekizini henüz aşmıştı. Ehliyet onun için çocukluk hayallerine açılan bir kapıydı adeta. On sekizini henüz aşmıştı.
Okuldan eve dönünce NFS Underground serisinden birini açıp akşam yemeğine kadar meditasyon yapar; yemekten sonra ya kitap okur, ya da meditasyona devam ederdi.
O akşam kitap okumadı. Meditasyon da yapmadı.
En yakın arkadaşı Saklan’ı yatıya çağırdı.
Karlı bir kış gecesiydi. Kar, onun zihninde kızlarla yaşanacak romantik anlardan ziyade aşağıdaki manzarayı canlandırırdı;İki ergen odaya kapanıp, kotalı internet bağlantısının bereketli çıkmasını umarak İsveç Rallisi’nin on-board videolarını izlemeye koyuldular.
18 yaşındaki otomobil düşkünü her ergen gibi, o da kendisini Colin McRae sanırdı.
Vakit gece yarısına yaklaşırken, ev ahalisinin odalarına gidişini ve ışıkların birer birer gece rengine dönüşünü dikkatle takip etti.
Ocean’s Eleven titizliğiyle çalışmayı sever, babasının masum arabasını kaçırmadan önce, üşenmeden saatlerce plan yapardı. Bu, bir çeşit ritüel gibiydi.
O gece diğer gecelerden daha özel olduğu için operasyonun planını daha büyük titizlikle yaptı.
Vakit gece yarısını iki saat geçmişken evin kapısı açıldı ve tiz bir ‘çıt’ sesi apartmanda yankılandı.
Kar efendi efendi yağmaktan vazgeçmiş, yerini sert bir tipiye bırakmıştı.
Riders on the Storm ‘un gazıyla kendisini daha da iyi hissetti ve arkadaşıyla birlikte evin arkasındaki otoparka yöneldi.
Fitiller donup kaportaya yapıştığı için kapıyı cart diye ayırarak açıp içeri geçti.
Biraz heyecandan, biraz da soğuktan titrerken koltuğun direksiyona yakınlık ayarını yapmaya koyuldu.
Bir, iki ve üç… Alttaki dişleri sayar, işi bitince koltuğu bulduğu gibi bırakırdı zira babası otomobiline düşkün bir adamdı ve en ufak bir farklılığı kaçırmazdı.
Motor, arabasına düşkün bir adamın arabasının motoruna yakışır biçimde hiç beklemeden çalıştı.
Fakat heyecandan camları temizlemeyi unutmuştu. İnip işini bitirdi ve park ışıklarının aydınlığında otoparkı terk etti.
Zemindeki cılız kar tabakası buza dönmüş, üzerine tekrar kar yağmıştı.
Otomobil yeni doğmuş ceylanlar gibi, zar zor ayakta durabiliyordu.
Usul usul ilerleyerek mahalleden çıktı ve en sevdiği yollara doğru sürdü.
Birlikte yan gittiler,
Başını bantladıkları el frenini defalarca avuçladılar,
Ve Colin McRae’cilik oynadılar.
O ana kadar…
Bir virajda el freninin dozunu kaçırınca gri otomobilin koca poposu fazla açıldı ve İsmail’in acemice verilmiş tam kontrası ve ikinci viteste zemine tutunma çabası bile durumu kurtaramadı. Bi dakika, İsmail kim yahu?
Yaklaşık 15 km/s hızla ön sol tekerleği kaldırıma çakıp jantı eğdi.
Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla hemen stop edip bagajı açtı ve birkaç dakika içerisinde aracın sol ön kısmını yerden kesti. Stepne Saklan’ın elindeydi.
Bijon anahtarını almak üzere bagaja döndü ama…
Bijon da yoktu, anahtarı da.
Arabayı narkotik timleri gibi aradı ama anahtarı bulamadı.
Etrafına baktı, bir allahın kulu ve arabası yoktu.
Beklemeye koyuldular ve sonraki bir saat içerisinde birkaç sarhoşu ve bir çöp kamyonunu durdurdular.
Ama işe yaramadı. Hiçbirinde uygun anahtar yoktu.
Krikoyu katladı, stepneyi yerine koydu ve jantı kalipere sürte sürte üç beş km/s hızla eve kadar sürdü.
Eve çıktı, bodrumun anahtarını aldı ve anahtarı buldu.
Ocean’s Eleven, usuldan Lock, Stock ve Two Smoking Barrels’a benzemeye başlamıştı.
Tekerleği değiştirdi, babası anlamasın diye hava basıncını bile ayarladı ve yamuk jantı bagajdaki birkaç haftalık huzurlu uykusuna yatırdıktan sonra arkadaşıyla birlikte eve döndü.
Hikayesini günlüğünden okuyup blogunda yazmaya karar verdiğinde ise on sekizindeki hayallerinin hemen hepsine ulaşmış bir adamdı.
Peki yamuk janta ne olacaktı?
Hikayede ya eksikler var ya da bize biraz abartıldı. Motor sesi duyulmasın diye 300 metre itmeye ne oldu ?
O ehliyetsiz zamanlardan kalma bebeğim 🙂
keşke ilk maceram benimde bu kadar heyecanlı olsaydı… Ne el freni nede buzlu yollar, toprak saha üzerinde, iki büyük elektrik kablosu makarası arasında geri viteste manevra testi… Sonuç:ters dönen bir dikiz aynası, çamurluk far arası sağlam bir ezik ve geri vites fobisi. 😦
İlk maceram olduğunu söyleyemem aslında 🙂 En kötüsü bile güzeldir bu tarz anıların
Benim peder kuralcıydı biraz 18’imden önce kullanmayı öğrenemedim. Kötü tarafı stepneye saklayabileceğim kadar küçük olmaması. Dolayısı ile yaptığım ilk iş telefonu açıp ” baba ben arabayı çarptım demek oldu”.
araba neydi, mazda mı?
evet
stepne ne oldu 🙂
devam edecek 🙂
çok kızdımı babanız 🙂
devam edecek 🙂
Devam etsin artık. Hazır geri dönmüşsün.